“Ayının kırk türküsü var, kırkı da ahlât üstüne” diye bir atasözümüz var. Teşbihte hata olmasın, dilci olmamız hasebiyle bizim de sözümüz hep dil üstüne…
Türkçemiz, dünya dilleri arasında en zengin dillerden biridir. Sondan eklemeli dillerden olduğu için Türkçede kelime türetmek kolaydır. Mesela göz: gözlük, gözlükçü, gözcü, gözlem, gözlemci, gözetim, gibi…
İş o kadar ileriye gider ki; Muvaffakıyetsizleştiricileştiriveremiyebileceklerimizdenmişsinizcesine… (İnşallah doğru yazdım) kökü Arapça bir kelime olmasına rağmen Türkçe eklerle böylesine uzunca bir hal alabilmektedir ve kurallara uygundur.
Bugünkü yazımızda yine çok ayrıntıya girmeden birkaç kelime üzerinde kalem oynatıp huzurlarınızdan ayrılacağız.
Kelimeler bir dilin yapı taşlarıdır. Onları öylesine ustaca işleriz ki, ortaya harika bir yapı çıkarırız. İşe önce kelimelerin kökenlerinden başlamalı… Kalkandere’mizde pek rastlanmasa da Karadeniz’imizin her köşesinde çok yaygın bir isimdi Temel; Fadime’si eksik olmazdı yanından… Şimdi kimseler çocuklarına vermese de, birkaç yıl öncesindeTrabzon’un Arsin ilçesinde belediye başkanı, doğan çocuğuna Temel veya Fadime ismini koyana bir çeyrek altın hediye ediyordu. Amacı, Temel isminin yok olup gitmesini önlemekti. Fakat Temel isminin, Türkçenin bütün kurallarına yani ünlü uyumlarına uymasına, “T” ile Türkçe kelime başlamasına rağmen Rumca olduğunu bilmiyordu muhakkak. Bununla beraber, ünlü uyumlarının sınırlarını zorlayan “kılavuz” kelimesinin özbeöz Türkçe olduğunu vurgulayalım. Kılavuz’la ilgili atasözlerimiz, (Kılavuzu karga olanın…) türkülerimiz, kılavuz kaptan, kılavuz gemisi gibi denizcilik terimlerimiz, teknik alanda yine bazı terimlerde kullanılması, yaygınlığının bir delilidir. Aman siz siz olun söylenişteki boğumlanma yüzünden klavuz şeklinde yazmayın. O zaman Türkçe olmaktan çıkar; zira Türkçe kelimelerde başta çift ünsüz bulunmaz. (tren, spor, stop, statüko gibi)
Evlerimizi inşa ederken hep söyleriz “subasman seviyesine geldi” veya “subasmanını bitirdim” diye. Oysa kelimenin ne suyla, ne de basmakla alakası vardır. Kelime Fransızca soubassement’ten gelmektedir ve
“oturmalık” gibi bir anlam taşır. Sutyen (sütyen) de öyle… Sütle hiç alakası yok; yine Fransızca soutien kelimesinden dilimize geçmiş bir kelimedir. Keşke dilimizde yaygın karşılıkları olsa da biz onları kullansak… Yaygın diyorum zira şimdi vereceğim örnekte böyle bir kelimeden söz edeceğim. Sekreter… Yine dilimize Fransızca’dan geçmiş ama İngilizcede de secret – secreter olarak var; “gizli” anlamına geliyor. Türk Dil Kurumu, 1980 öncesi buna “yazman” karşılığını buldu ve o yıllardaki TDK Genel Sekreteri Cahit Külebi için “Genel Yazman” kullanıldı hep. Kullanıldı da ne oldu? Bu kelimeyi, TDK dışında hiç kimse kullanmadı. Anlayacağınız öldü gitti. Sekreter hâlâ yaşıyor. Türkçe değil ama Türkçeleşmiş bir kelimedir ve dilimizden öyle birkaç yüzyıl geçmeden de kolay kolay gitmez. Bir de aynı anlama gelen kâtip var ama o da Arapçadır. Yazman onun yerine de getirilemez. Yoksa İstanbul Üsküdar’la özdeşleşmiş bir türküye, Yahya Kemal dilince
“inletir kâtibimi” cümleciğini “inletir yazmanımı” şeklinde söyletmek gerekir ki bu da çok garip kaçar doğrusu. Terbiye yerine getirilen ve bugün çok yaygın bir şekilde kullandığımız “eğitim” kelimesi iyidir hoştur ama “terbiyeli çorba” için kullanılması doğru olmaz. Çünkü çorbalar, herhangi bir okulda veya dershanede eğitim almazlar.
Daha yazabileceğimiz o kadar çok şey var ki dilimiz üzerine; sabrınızı fazla zorlamadan onları başka yazılara bırakalım istiyorum. Mesela
“Dilde en az çaba yasası” ve bunun yüzünden kelimelerin farklı söylenmesi, bazı aynı hecelerin zamanla düşmesi gibi… Kalkandere’mizde kullanılan “mecuk” kelimesi de böyle bir çaba sonucu ortaya çıkmıştır ama o sonra…
Muhabbetle efendim!