TRT Trabzon Bölge müdürlüğündeki işime başladığım zaman Ukrayna’daki Çernobil Nükleer Santralindeki kazanın üzerinden henüz yirmi beş gün geçmişti. Tam radyasyonun ortasına düşüvermiştim anlayacağınız. Ahmet Yüksel Özemre’yi işte o günlerde tanıdım. İşimde daha çok yeni olduğum ve bir nevi hayata da yeni atıldığım halde bu adamda bir cevher olduğunu anlayabilmiştim.
Prof. Dr. Ahmet Yüksel Özemre, o zaman Türkiye Atom Enerjisi Kurumu Başkanıydı. Türkiye’nin dünya çapında bir teorik fizikçisi olduğunu da o zamanlar öğrenmiştik. 3 Nisan 1935 tarihinde Üsküdar’da doğdu, 13 Haziran 2008 tarihinde yine Üsküdar’da öldü. O tam bir Üsküdarlı anlayacağınız. Yahya Kemal’in “İstanbul Fethini Gören Üsküdar” şiirinde;
Üsküdar Üsküdar, bir ulu rüyayı görenler şehri!
Seni gıpta ile hatırlar vatanın her şehri.
Hepsi der: “Hangi şehir görmüş onun gördüğünü?
Bizim İstanbul’u fethettiğimiz mutlu günü! dediği gibi Üsküdar’ı kim kıskanmaz.
Ahmet Yüksel Özemre’den biraz daha söz edip sonra Üsküdar’daki attâr (aktar) dükkânına geleceğiz. Çünkü onun hayatının şekillendiği yerdir orası. Bu arada bizim şimdilerde aktar dediğimiz, baharat veya güzel kokular satan kimse veya dükkân anlamına gelen kelimenin aslı Arapça attârdan gelmektedir.
Özemre, isimlerini vermese de hatırat, deneme, inceleme alanında toplam 6800 sayfayı bulan 22 telif eser, yine teorik fizik ve atom mühendisliği dalında biri Fransızca olmak üzere 2700 sayfa tutan 12 cilt telif ders kitabı, 10 cilt çeviri, ayrıca, akademik, felsefi, dini, içtimai ve siyası 350 makale sahibi verimli bir bilim insanıydı.
Ben onu ilk defa Çernobil sonrası Türkiye Atom Enerjisi Kurumu Başkanı olarak Trabzon’a ve Karadeniz’in diğer illerine yaptığı inceleme gezilerinde tanıdım. Sohbeti çok zevkliydi. Hemen onda bir cevher olduğunu anladım ama daha işimde çok yeniydim ve bu yüzden sınırlı kalıyordu bu sohbetler. Şimdiki aklım olsa da dizinin dibinde saatlerce oturup onu dinlesem… Öylesine hâkimane bir anlatımı vardı. Radyasyonu ondan öğrendik. Ondan da önce tabii ki Çernobil nükleer kazasından… Lise düzeyinde kalan kırık dökük bilgilerimiz arasında sezyumu hatırlıyorduk ama radyasyonun temelinin Sezyum137 izotopu olduğunu ve altı ayda bir ömrünün yarılandığını yine bu anlatımlarından öğreniyorduk. Gerçi bu radyasyon illeti, tez zamanda başını yiyecekti ama o yine Türkiye’nin dünya çapında bir bilim adamı olduğu gerçeğini yok edemeyecekti. Yukarıda eserlerini zikrettiğimiz bir büyük insandan söz ediyoruz nihayetinde. Radyasyonu, ülkemizin ve özellikle bölgemizin tam 36 yıl önce maruz kaldığı (Çernobil kazası 20 Nisan 1986) radyasyondan ne kadar etkilendiği konularını da yine Prof. Dr. Özemre’nin “Türkiye’nin Çernobil Çilesi” adlı kitabından öğrenebilirsiniz.
Çok iyi derecede Fransızca, iyi derecede İngilizce ve İtalyanca, orta derecede Almanca ve az da İspanyolca bilen Ahmet Yüksel Özemre’nin hayatı Üsküdar’da Hâkimiyet-i Milliye Caddesi 104 numaradaki bu küçük attâr dükkânında şekillendi. Eserlerinden birisi olan Üskadar’da Bir Attâr Dükkânı’nda orası için şunları söyler: Üsküdar’daki bu Attar Dükkânı nice sohbetlerin, nice dostlukların, nice himmetlerin, nice hayırların, nice tefekküre şayan ibretlerin, nice füyûzâtın, nice mânevî tohumların ve irşadların sebebi ve mihveri olmuştu. Neyzen Niyâzi (Sayın) ağabey, bir gün bana, bu dükkânın rahmânî füyûzâtının sebep olduğu maddî ve mânevî müktesebâtını hamd ü şükranla ve cezbeyle yâd ederken: ‘Yüksel’ciğim; biz bu dükkândan geçmemiş olsaydık şimdi yedi dükkân süprüntüsünden beter olurduk.’ demiştir.
Özemre’nin üç yaşından itibaren 53 yıl sadık bir müdavimi olduğu bu attar dükkânı güzel kokular, şifalı otlar, envai çeşit baharat satan bir yer olmasının yanı sıra birçok ârif ve sanatkârın sohbet meclisi, manevi dostlukların yuvası ve nice hayırların kapısı olmuştur. ’Adetâ akademi gibi bir şeydi. Burada dedikodu yapılmaz ve yalnızca dostâne, edibâne, hakimâne, rindâne sohbet edilirdi. Bu sohbetlerde yalnızca hazır bulunmak bile insana pek çok şey, fakat en önemlisi de edebin ne olduğunu ve nasıl izhâr edilmesi gerektiğini öğretirdi.
Dükkânın sahibi Saim Efendi ve kardeşi Bekir Efendiden söz ederken, onların edebini, esnaflığını ve nahifliğini öve öve bitiremez. Aslında baba dostu olan Saim Efendi için, “Boya isteyip nasıl kullanacaklarını
soran müşterileri ‘’Târifnâmesi arkasında’’ diye asla başından savmaz ve uzun uzun tarifini yapar. Pek çok rahatsızlıktan mustarip olanlara şifa olacak ot ve baharatı verirken yine bunların nasıl hazırlanacağını, hangi zamanlarda ve ne kadar süre ile kullanılacağını anlatır. Müşterinin hakkının geçmemesi için malın ambalajlandığı kâğıdın aynısını terazinin ağırlık kefesine dara olarak koyar ve tartılan malın da birkaç gram daha ağır çekmesine özen gösterir” der.
Şimdi bu meziyetlere haiz esnafı mumla aramıyor muyuz?
Yetmiş beş yıl boyunca hizmet veren attâr dükkânı; dönemin ilim, irfan ve kültür dünyasına birçok katkıda bulunmuştur. Dükkânın müdavimleri arasında kimler yoktu ki: Ressam Üsküdarlı Hoca Ali Rıza, Eşref Edip Efendi, Necmeddin Okyay, Fehim Tandaç, Nafiz Uncu Efendi, Abdülbaki Gölpınarlı, Neyzen Niyazi Sayın… Daha nice âlimler, arifler, edipler şairler… Kitabın sonlarına gelindiğinde değişen Üsküdar ve attâr dükkânının son demleri anlatılır. Sanatkârların izlerinin silindiğini üzülerek yazan Özemre,
“Üsküdar’da artık, renksiz bir avâmilik kol gezmekteydi.” der. Leblebici, şekerci, tuhafiyeci dükkânları birer birer kapanıp kuyumcu dükkânlarına dönüşmeye başlar. Attâr dükkânının dört evin geçimini üstlenmesi sonucu çıkmaza girmesi, sahte baharatçıların o dönem televizyonlarında halkın dikkatini çekmesi, dükkânı iyice yıpratır ve sahipleri 1991 yılında dükkânı birine kiralayarak attârlığa son verir. Ve 75 yıllık bu attâr dükkânı, sohbet meclisi, irfan yuvası da kıymetli hatıraların arasına karışır.Yazının başından beri vurguladığımız gibi Prof. Dr. Ahmet Yüksel Özemre, tam bir Üsküdar aşığıdır. Üsküdar üzerinde sadece yazıları değil aynı zamanda televizyon sohbetleri de olan bu gönül insanı, 14 yıl önce aramızda ayrıldı ama eserleriyle ilelebet yaşayacak. Ruhu şâd, mekânı cennet olsun.
Muhabbetle efendim!