Neredeyse hayatımız son zamanlarda yaşadığımız covit 19’la bir döngüye benzemeye başladı. Hep aynı şey.
Hayatımız nakarat şeklinde tekrarlara döndü. Peki bu tekrarlar arasında bizde değişen şeylerin farkında mıyız acaba.?
Bence hayır değiliz.
Zaman zaman başımıza ani gelen ölümler, cenazeler, düğünler, kazalar, hastalıklar kısa süreliğine bizlerde etrafımızda olup bitenlere karşı duyarlılık yaratıyor ama nakarat değişmiyor.
Cenazeler defnediliyor, taziyeler dileniyor dualar yapılıyor, düğünlerde takılar takılıyor biz evlerimize döndüğümüzde ise nakarat kaldığı yerden devam ediyor.
Aynen bizlerin yaptığı gibi Mart ayında büyük şehirlerden Rize’ye çay toplamaya gidilir, Ağustos ayının sonuna kadar bağdı, bahçeydi tarlaydı, çaydı, fasulyeydi derken işlerle uğraşılıp durulur. Bu ara kış için büyükşehirlere götürülecek yiyecek ve içecekler hazırlanır. Sonbaharın sonlarına doğru büyükşehirlere göç başlar. Büyükşehirlerde yazın hazırlananlar kışın tüketilir, bolca televizyonlar izlenilir ilkbaharla birlikte tekrar yollara düşülür.
Hayat; işte bu değil;
Hayat; acısıyla, tatlısıyla içinde barındırdığı tüm güçlüklere rağmen çevremizdeki olup bitenlere duyarsız kalmamaktır.
Hayat; bilimin ve teknolojinin getirdiği yenilikleri hayatımızın vaz geçilmezi haline getirerek milli ve manevi inanç, örf adet, gelenek ve göreneklerimizden kısaca kadim kültürümüzden uzaklaşmakta değildir. Hayat; küreselleşen dünyayla birlikte etrafımızda ki muhtaç ve ihtiyaç sahibi bireyleri görmemezlikten gelmekte değildir.
Hayat; akrabalarımızı komşularımızı sadece ve sadece cenaze ve düğünlerde yalnız bırakmamakta değildir.
Hayat ; aile bireylerinin temel yaşamsal ihtiyaçlarını karşılamaya yetinmekte değildir.
Kısaca hayat nefes alıp; nefes vermekte hiç değildir.
Hayat; yaşamak ve yaşatmaktır.
Hayat; Kalkandere vakfında veya başka bir vakıfta büyük bir ümitle çakmak çakmak gözlerle düşlediği hayalleri gerçeğe dönüştürebilmek için burs bekleyen öğrenciye burstur.
Hayat; çaresizlik içerisinde iş ve aş bekleyene iş ve aştır.
Hayat; imkânsızlıklardan ötürü tedavi olamayan hastaya doktor ve ilaçtır.
Hayat kimsesizin kimsesi; sessizliğin sesi olmaktır.
Hayat; yaşamayı ve yaşatmayı bilmektir.
Kısaca hayat; para kazanmayı bilmek kadar, kazanılan parayı yerinde ve zamanında doğru işlerde toplumun ve bireylerin yararına harcamayı da bilmektir.
Şimdi soruyorum sizlere;
Ey İstanbul’da yaşayan hemşehrilerim:
En son ne zaman ailenizle birlikte boğazda bir yürüyüş yaptınız ? Ailenizle birlikte bir çay, kahve içtiniz?
Topkapı sarayını, Sultanahmet’i, Ayasofya’yı, Pıyerloti’yi, Eyüp Sultan’ı, Kız kulesini ne zaman ziyaret ettiniz?
Çocuklarınıza buraların kültürel ve manevi özelliklerini yaşattınız?Ailenizin bu metropolde yaşamanın dezavantajlarından ötürü bozulan psikolojisinin sosyal analizini yapıp ebeveyn sevgi ve şefkatini, sıcaklığını hissettirdiniz mi ?
Yoksa işten eve gelince aç karnımızı doyurup çay bardağımızla televizyon karşısına geçip; Çocuklarımızın, eşimizin bizlere anlatmak istediklerine kulaklarımızı kapatıp; aman yavrum bir rahat bırak beni , hatun işten yorgun ve argın geldim. ne olur bir de sen kafamı ütüleme deyip yanımızdan uzaklaştırmak gibi telafisi mümkün olmayan yaşam tarzımız mı? Maalesef çoğu zaman evet.
Biz daha aile bireylerimizin yüreklerine sevgiyi, saygıyı işleyemezken; yanı başımızda olup bitenleri fark edemez ve göremezken nasıl olurda bu toplumu oluşturacak sağlıklı bireyler yetiştirebilir, toplumun gelişmesine katkı sunabiliriz.
Bu uçsuz bucaksız okyanusta ilerlerken belirlenen rota da seyretmez isek, bahse konu farkındalıkları yakalayamaz isek rotamızı rüzgâr belirler ise oradan oraya savrulur asla hedeflenen limana ne gemiyi ne de içindekileri sağlıklı bir şekilde ulaştırabiliriz..
İsteklerin sonsuz olduğu bu dünyada fazla şeyler de istememeliyiz. Yaşarken sadece kendimiz için değil de tüm insanlık içinde yaşadığımızı hatırlamalı, insanlık alemine de bir hizmet sunmalıyız. Ancak ruh sağlığı yerinde olan bireylerin oluşturduğu topluluklar sağlıklı devletlerin teşekkül etmesine temel teşkil eder.
Öyleyse devletin teşekkülünde yer alacak yarınlarımız olan çocuklarımızı burssuz, okulsuz, üniversitesiz bırakmayalım. Lütfen Kalkandere Vakfında bir bursta sizin eseriniz olsun. Bize uzanan elleri geri boş çevirmeyelim ki yarınlarımızı ümitle güvenle teslim edeceğimiz bireyler yetişsin.
Şeyh Edebali’nin Osman Gaziye söylediği gibi ”İnsanı yaşat ki devlet yaşasın”
Sağlıklı bireylerin oluşturacağı bir toplum dileklerimle; Her şey gönlünüzce olsun.
Ercan Kara
Mart 1, 2022 / 9:24 pm
Lokman Bey çok önemli bir konuya temas etmişsiniz. Okuyan çocuklarimiza sahop çikmaliyiz.
zevkle okudugun köse