Kurtuluş Savaşının en buhranlı günleriydi.
Ülkenin işgal altında olduğu günlerde direniş kendisine bir merkez arıyordu. Bursa’nın, Konya’nın, Kayseri’nin ve hatta Sivas’ın bu direnişe merkez olması tartışmalarının yapıldığı bir ortamda Mustafa Kemal, 27 Aralık 1919’da Ankara’ya gelerek bu küçük kasabayı direnişin merkezi yapacaktı. O dönemde bozkırın ortasındaki bu küçük kent; 25-30 bin nüfuslu, doğru dürüst yolu ve oteli olmayan ilkel bir kasaba görünümündeydi. Ancak bu kasaba şimdi emperyal güçlere kafa tutmaya hazırlanıyordu. Bu tarih, Ankara’nın kaderini değiştirecek ve Ankara sadece İstiklal Mücadelesinin merkezi değil aynı zamanda kurulacak yeni devletin de başkenti olacaktı. Ancak bu, hiç de öyle kolay olmayacaktı. Ülke düşman işgalinden kurtulup Anadolu’da bir imparatorluğun küllerinden yeni bir devlet ortaya çıktığında, başta İngiltere olmak üzere, birçok batılı ülke bu devletin başkenti olarak Ankara’yı kabullenemeyecekti.
Dahası İngilizler, Ankara başkentli bu devletin uzun ömürlü olmayacağına inandıklarından Saltanatın kaldırılmasına bile rıza göstermeyeceklerdi. Kasım 1922’de Padişah Vahdettin, İngilizlere sığındığında İngiliz Hükümetinin kendisini bir süre geçici olarak Malta’da ağırlamasının da nedeni buydu. Çok fazla ömür biçilmeyen bu devlet çöktüğünde Vahdettin yeniden İstanbul’a dönecekti. Bütün hesaplar bu plana göre yapılmıştı. Padişah Vahdettin, bir İngiliz gemisiyle Malta’ya giderken İngiliz yetkililer ona bu sözü vermişlerdi; “Majesteleri, lütfen biraz sabredin, çok yakında tahtınıza geri döneceksiniz!!!”
Ne büyük bir yanılgı!
Ekim 1923’te Ankara’da Cumhuriyet ilan edildiğinde İngiliz Hükümeti hala bu düşüncede olduğundan İstanbul’daki Büyükelçiliğini bütün davetlere rağmen Ankara’ya taşımıyordu. O dönemin İngiltere’si her yönüyle çok güçlü bir devlet olarak kabul edildiğinden diğer batılı devletler de bu çağrıya kulak vermeyeceklerdi. Onlara göre, İngiltere elçiliğini taşımıyorsa bu işte bir sakatlık vardı!!! Bekleyelim görelim pozisyonunda İngiltere’nin atacağı adıma göre hareket edeceklerdi. Ancak, batılı devletlere rağmen daha direnişin ilk aylarında Sovyet Rusya, Azerbaycan, Gürcistan ve Afganistan Ankara’da elçiliklerini faaliyete geçirmişlerdi. Hatta Ankara’da Azerbaycan elçiliğinin açılışında bayrağı bizzat Mustafa Kemal direğe çekmişti. Ne var ki, Fransa, ABD, Polonya, İtalya, Belçika, Bulgaristan, Danimarka, Romanya, Avusturya, Macaristan ve hatta Almanya elçilerini saltanatın kaldırılmasından sonra bile İstanbul’da tutuyor, Ankara’ya göndermiyorlardı. Göndermemekte de diretiyorlardı. Ankara Hükümeti, Ankara’da elçiliklerini açacak devletlere bedava arazi tahsis edeceğini ve elçilik binasının yapılmasında her türlü kolaylığı sağlayacağını duyurmasına rağmen kimseden bu yönde bir adım atılmıyordu.1925 yılına gelinmesine rağmen bu devletler hala İngiltere’den bir işaret bekliyorlardı. Vahdettin bile İngiliz Hükümetinden çağrı bekler pozisyondaydı. Gelecekti ve yeniden devletinin başına geçecekti!!! Nihayet İngiltere’nin Ankara’ya karşı süngüsü 1926 yılında düşecek ve İngilizler de gerçeği fark edeceklerdi.
Türkiye’nin başkenti Ankara’ydı.
İngiltere’nin Ankara’da elçilik binası için uygun arazi aramasıyla diğer batılı devletler de Ankara’nın yolunu tutmaya başlayacaklardı.1926’dan sonra Ankara yoğun bir şekilde batılı diplomatların, misyon şeflerinin, elçilerin uğrak yeri haline gelecek ve devletler kendilerine uygun arazi tahsis edilmesi için Ankara Hükümetinin kapısını aşındıracaklardı. Gerçeği onlar da görmüşlerdi.Son Padişah Vahdettin ise bunca zaman İngiltere’nin sözü ile boşa ümitlendiğini anladığında San Remo’da hayata gözlerini yumacaktı.