Araştırmacı Yazar – İshak GÜVEN
Ülkemizde Ordu ilinden Gürcistan sınırına kadar olan bölge, coğrafi olarak Doğu Karadeniz olarak adlandırılır. Bu bölge genel olarak dağlıktır. Araziler tepe ve vadilerden inen çok sayıda akarsu ile bölünmüştür. Vadiler boyu uzanan dereler sayısız şelalelerle süslenmiştir. Tüm bu nehir ve dereler kuzeye doğru akarak Karadeniz’e ulaşır. Tepelerin eteklerinde ve zirvelere yakın bölgelerde yüzlerce yayla bulunur. Hayvancılığın yaygın olarak yapıldığı 1980’li yıllara kadar çok daha aktif olan yaylalar, son yıllarda turizm ve dinlenme maksadıyla kullanılmaktadır. Bununla birlikte mevsimine göre büyükbaş ve küçükbaş hayvancılık ile arıcılık maksadıyla kullanılan yaylalar da vardır.
Bölgede ova bulunmamaktadır. Bazı dere yatağı çevrelerinde bulunan kısıtlı düzlükler dışında bölge düz alan fakiridir. Trabzon ilinin % 77,6’sı, Artvin’in % 79,8’i, Ordu’nun %83,6’sı, Giresun’un %94’ü, Rize’nin ise %78’i dağlarla kaplıdır. Tarih boyunca dere ve vadiler üzerinde geçişi sağlamak üzere estetik görünümlü kemer köprüler inşa edilmiştir. Mahalli ustalar tarafından inşa edilmiş olan bu köprüler, kesme taştan ve harçsız olarak yapılmıştır.
İç kesimdeki yerleşimler arasında doğu-batı yönünde bağlantı olmaması, tarih boyunca yeni yerleşimlerin vadiler boyunca kurulmasına, dolayısıyla ortak soy ve kültür özelliklerine dayanan aynı derelilik düşüncesine sebep olmuştur. Yöre, ülkemizin en çok yağış alan bölgesidir. Bu yağışlar arazinin engebeli yapısının oluşmasında önemli rol oynamıştır. Bölgenin iklimi her ilde aynı olmayıp özellikle yıl boyunca düşen yağmur miktarı farklılıklar göstermektedir. Yaz aylarında rutubet nispetinin yüksek olması, toprak sıcaklığını, dolayısıyla flora ve faunanın özellik ve çeşitliliğini de doğrudan etkilemiştir.
Aile başına düşen toprak miktarı sınırlı olduğundan çok kıymetlidir. 1927 yılı nüfus sayımına göre Rize’de bir çiftçi ailesi başına 4,1 dönüm, Trabzon’da 5,9 dönüm, Giresun’da 10 dönüm ve Ordu’da 11,6 dönüm ekilebilir arazi bulunmaktayken; bir iki kuşak sonra arazilerin çok sayıda kardeş arasında pay edilmesi neticesinde kişi başına düşen işlenebilir toprak miktarı iyice azalmıştır. Bu durum 1970’lerde hızlanan; İstanbul, Ankara, İzmir, Samsun, Bursa vs. gibi büyük kentlere göç olgusunun temel sebebi olmuştur.
Arazi engebeli olmasına rağmen yine de tarıma elverişli sayılır. Meselâ Rize topraklarının % 92’sinde, Giresun’un % 92,4’ünde, Ordu’nun % 99’unda ekim yapılabilir. Çay tarımının yaygınlaşmasından önce Rize bölgesinde portakal, mandalina ve limon dışında sulama gerektirmeyen kır pirinci yetiştirildiği; tüm bölgede mısır tarlaları arasına fasulye, soya, kenarlarına karalahana ve kendir; Espiye ve Tirebolu taraflarında da su pirinci ekildiği bilinmektedir. Günümüzde ise ürün sayısı azalmış, Ordu, Giresun ve Trabzon’un batısında fındık, Trabzon’un doğusu, Rize ve Artvin’in sahil kesiminde en önemli ürün çay olmuştur.
Milattan önceki yıllardan beri Karadeniz bölgesinde yaşayan halkın keten dokumacılığı yaptığı bilinmektedir. Antik dönem tarihçisi Herodot da Kolkhis’te yapılan keten dokumacılığından bahsetmektedir. Bölgeden Roma, Osmanlı ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında kendir tohumu ve keten bezi ihraç edildiği bilinmektedir. Hemen her aile kendi ihtiyacını karşılayacak oranda kendir ekmekte, ihtiyaç fazlası kendir lifleri ve üstüpüler Trabzon, Sürmene ve Rize gibi merkez pazarlarda satışa sunulmaktaydı. Kirman ve urgan her türlü kendir lifinden yapılmakla birlikte, dokumacılıkta beyaz renkli elyaflar seçilir, daha ince iplik yapılır, boyanır ve feretiko tezgâhlarında dokunurdu. Dokunan bezler İstanbul, Bağdat ve Arabistan gibi uzak bölgelerde götürülüp satılırdı. Bölgenin kültür merkezi olan Trabzon aynı zamanda tarihi bir liman şehridir. Kıyı kentleri arasındaki ulaşım 1950’lere dek büyük ölçüde deniz yoluyla gerçekleştirilmiştir. Gerek engebeli arazi yapısı gerekse yakın zamana dek kıyı yerleşimleri arasında kara yoluyla ulaşımın güçlüğü sebebiyle köylerin birbiriyle ve kent merkeziyle ilişkisi sınırlı kalmakta; bu durum kapalı toplum yapısının sürmesine sebep olmaktaydı. Geleneksel tarım ve hayvancılık yöntemleriyle kendisine yetmeyi amaçlayan hayat tarzı, geleneksel yapı ve kültürün sürekliliğini sağlamaktaydı. 1970’lerde ulaşım imkânlarının artması, kasaba ve şehir merkezlerine gidiş gelişleri artırmıştır. Özellikle elektriğin gelişi kent kültürünün kırsal kesime nüfuz etmesine sebep olmuş, dolayısıyla zaman içerisinde mahalli lehçe ve kültürün çözülmesi ortaya çıkmıştır. Pek çok geleneksel meslek de bu süreç içinde yokolmuş ya da kabuk değiştirmiştir. Doğu Karadeniz’de köyler toplu yerleşim şeklinde değil, ekseriyetle dağınık yerleşim şeklindedir. Bu bakımdan bir köyün başlangıcı ile bitiş noktası arasında 2-5 km mesafe olabilmektedir. Bununla birlikte nadiren yakın akraba evlerinden oluşan küçük mahalleler mevcuttur. Özellikle kırsal kesimde toplu mezarlık alanları da yoktur. Her aile mevtasını evinin yakınındaki aile mezarlığında defnetmektedir. Bu bakımdan kişiler adeta ölüleriyle her zaman iç içedir. Trabzon merkezinden Hopa’ya kadar kıyı boyunca evler birbirine benzer özellikler göstermektedir. Geleneksel olarak evlerin çevresinde tarlalar ve serender bulunur. En az üç odalı olan evlerin alt katları yığma taş/kesme taştan olup ahır olarak kullanılmaktadır. Ahır kokusunun ikamet için kullanılan üst kata çıkmaması için katlar arasını toprakla kaplamak gibi uygulamalar geliştirilmiştir. Kıyı kesiminde ev duvarları göz dolma, ahşabın bol olduğu iç kesimlerde ise blok ahşap dolma yöntemiyle inşa edilmiştir. Odaların tabanı ahşap döşemeyken aşhanenin ki tokmaklanmış topraktan yapılmaktadır. Yemek yer sofrası üzerine konulan bakır sinide yenilir, yere veya eskemi de denilen arkalıksız basit oturaklara oturulur. Hayat veya Aşhane denilen alan, evde asıl yaşam yeridir. Burada tavandan sarkıtılan ateşlik zincirinin (klemur) ucundaki çengele kazan ve güğümler asılarak altlarında yakılan ateşte ısıtılır. Bu bölümde yemek pişirmek, su ısıtmak, sığırlara verilecek yalağı hazırlamak gibi günlük ihtiyaçlar yapılır. Ev halkının yemek yediği, sohbet ettiği, boş vakitlerini geçirdiği yer de burasıdır.
Doğu Karadeniz insanında yerleşik bir deniz kültürü vardır. Asırlar boyu dünya denizlerinde gemici olarak çalışanlar birçok yeniliğin yöreye gelişine sebep olmuştur. Daha mahalli ölçekte takacı, balıkçı olarak nafakasını çıkarmak için haftalarca/aylarca ailesinden uzakta kalmak asırlardan beri sürmektedir. Deniz ürünlerinin de yöre kültürü ve mutfağında ayrı bir yeri vardır. Özellikle Ekim ayının ikinci haftası dualar okunarak, kurbanlar kesilerek hamsi avı sezonu açılmakta ve Evliya Çelebi’nin de zamanında belirttiği gibi hamsiden en az kırk çeşit yemek yapılmaktadır. Hatta bol olduğu dönemlerde hamsinin fazlası gübre olarak tarlalara dökülmüş, hamsi için destanlar ve şiirler yazılmıştır.
Bölge insanı halk edebiyatı, halk müziği, el sanatları, beslenme gibi alanlarda oldukça zengin bir folklor geliştirmiş ve bu kültür nesilden nesile yaşatılmıştır. Meci ve eğratluk adıyla bilinen “imece”ler, köy halkının toplu halde, ücret almadan, karşılıklı olarak birbirlerinin tarla, bağ, bahçe işlerine yardım etmesidir. Kışlık odun hazırlamak, tarlayı kazmak, ekin ekmek, ot biçmek ve taşımak, alaf getirmek, ev yaparken beton dökmek imecelerin en bariz örnekleridir.
Mahalli müzik ve halk oyunları:
Doğu Karadeniz sahilinde Samsun ile Artvin illeri arasında düğün, asker uğurlama, nişan ve yayla şenlikleri gibi toplu eğlencelerde kullanılan müzik aletleri; kemençe, tulum, davul-zurna, akordiyon ve kavaldır. Ordu, Giresun, Trabzon, Rize, Gümüşhane’de kemençe, Ordu, Giresun, Trabzon, Gümüşhane’de davul-zurna, Rize, Artvin’de tulum, Trabzon’un Çaykara, Dernekpazarı, Köprübaşı, Sürmene, Of ilçelerinde ve Hopa – Kemalpaşa’da kaval, Borçka ve Şavşat’ta akordiyon kullanılır. Bölgenin en bilinen halk oyunu “horon”dur. Birçok çeşidi bulunan ve farklı yörelerde farklı figürlerle oynanan horonlar, yöre insanının günlük yaşamından, yörenin tabiatından ve komşu bölgelerden etkilenmiştir. Dahası antik çağ ve Ortaçağ yaşamına dair izler taşımaktadır. Horonlar düz bir sıra halinde ya da halka oluşturularak oynanılabilir. Bunun yanısıra erkek çalgıcı çağırmadıkları için kına gecelerinde kadınların tef, fincan hatta güğümün tersinin dövülmesiyle çıkan sesler eşliğinde horon oynadıkları olurdu.
Mahalli giyim:
Doğu Karadeniz yöresinin milli kıyafeti, Laz kıyafeti olarak da bilinen baştan aşağıya siyah kıyafettir. Başta, uçları özel biçimde düğümlenen kabalak/kukul, sırtta gömlek ve kara cepken, Anadolu’da Laz poturu ya da donu olarak bilinen ağ kısmı pileli bacak kısmı dar bir şalvar türü olan zipkapontul, ayaklarda çapula adlı çarık türü veya körüklü çizme. Gümüş zincir, hamayil, yağdanlık, Çerkes kayışı, kavlık ve Çerkes kaması da aksesuarlardır.
Kadınlar ise başta ipekli başörtüsü (çember, poşu, yazma) ya da keşan adlı pamuklu dokuma takarlar; sırtlarına da kamis adlı gömlek giyerlerdi. Onun üstüne de zibun adı verilen üçetek, en üstte de fermene adı verilen kolsuz yelek veya kadife adı da verilen uzun kollu işlemeli yelek giyilirdi. Bel kısmında ise rengi yöreden yöreye değişen çeşan/peştemal (Rize’de turuncu-siyah, Sürmene’de kırmızı-siyah, Trabzon merkezden İnebolu’ya kadar kırmızı-beyaz) denilen önlük takılırdı.