Gazetemizin bu sayısında ne yazayım diye düşünürken, bir zamanlar iş yerimdeki panoma astığım bir iki yazıdan yola çıkarak “mine’l mehdi, ile’l lahdi – beşikten mezara kadar” denilerek öğrenilmesi emredilen ilim üzerine yazmaya karar verdim.
“Âlimin benzer misali şol bir küheylana ki; doğurur yüz bin kuruşluk tayı feryâd eylemez.
Cahilin benzer misali şol bir tavuğa ki; vereceği bir yumurta bağırır bağırır ar eylemez.”
“Âlim cahili hemen tanır; çünkü daha önce o da cehildi. Fakat cahil âlimi hiç tanımaz; çünkü daha önce o âlim değildi.” (Alıntı)
İlim veya ilm, Arapça bir kelimedir ve bilmek anlamına gelmektedir. Sözlüklerde bir şeyi gerçek yönüyle kavramak, bir nesneyi olduğu gibi bilmek, gibi bir sürü anlam yüklenebilir ilme…
Âlim de, bu kökten türemiş, ilim sahibi veya bilen demektir.
Ayrıca irfan, marifet gibi yine Arapça kökenli kelimeler de, bilmek anlamına gelmekle birlikte, daha derinlikli ifadelerdir.
Konuyu daha derinleştirmeden baştaki alıntılar üzerine de bir şeyler söylemek gerekir. İlk sözdeki âlim, bir küheylana (ata, soylu Arap atına) benzetilir ve koskocaman bir tayı,
(at yavrusunu) doğururken hiç sesinin çıkmamasına vurgu yapılarak, ilim sahiplerinin sessiz kalmalarına, tevazuuna parmak basılıyor. Cahilin ise, yumurtlayan bir tavuğun gıdaklamasından kinayeyle, her tarafı velveleye vermesine vurgu yapılıyor.
İkinci alıntıda ise çok güzel bir sanat mevcuttur. İlmin, sonradan kazanıldığı ve dolayısıyla âlimlerin önceden cahil oldukları, sonra çeşitli çabalarıyla ilim öğrenip bu cehaletten kurtuldukları ve ilim sahibi oldukları anlatılıyor.
Yüce kitabımız Kuranda da Yaradan onlarca ayette ilimden söz ediyor. Ayrıca ilmi insanlara kendisinin verdiğini belirtiyor.
“Şayet sana gelen ilimden sonra onların isteklerine/arzularına uyarsan, seni Allah’ın (azabından koruyacak) ne bir dost ne de bir yardımcı bulursun.” (Bakara 120)
“Ve onlara (yapıp ettiklerini) ilimle haber vereceğiz. Biz
(onlardan) habersiz değiliz.” (A’râf 7)
“Gençliğinin zirvesine ulaşınca ona hüküm ve ilim verdik. Biz, kulluğunu en güzel şekilde yapmaya çalışanları böyle mükâfatlandırırız.” (Yûsuf 22)
“Sana ruhtan soruyorlar. De ki: “Ruh, Rabbimin emrindendir. Size ilim olarak ancak çok az bir şey verilmiştir.” (İsrâ 85)
“Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, Allah’a karşı sana (yardım edecek) ne bir dost ne de koruyucu bulursun.” (Ra’d 37)
“Babacığım! Şüphesiz ki bana, sana gelmemiş olan bir ilim geldi. Bana uy ki seni dosdoğru yola ileteyim.” (Meryem 43)
“Lut’a da hüküm/hikmet ve ilim verdik.” (Enbiya 74)
“Andolsun ki biz, onları ilim üzere âlemlere üstün
kıldık.” (Duhan 32)
“Andolsun ki biz, Davud’a ve Süleyman’a ilim verdik. Dediler ki: Bizi, mümin kullarından birçoğuna üstün kılan Allah’a hamd olsun.” (Neml 15)
Rabbimiz, âlimlerin şımarıp da kaybedenlerden olmasını da istemiyor.
Resulleri onlara apaçık delillerle geldiği zaman, yanlarında bulunan ilim/bilgi/teknoloji sebebiyle şımarıp böbürlendiler. (Fakat) alaya aldıkları (azap), onları çepeçevre kuşatıverdi. (Mü’min 83)
Şüphesiz ilim üzerine konuşmak için bu sayfalar asla yeterli değildir; bizim yaptığımız deryada bir damla misali bazı noktalara değinmek oluyor.
Yüce Allah, insanı öyle mükemmel bir makine olarak yarattı ki, onu işletmezsek çabucak bozulup gitmekte, eğer işletirsek de bu sefer kusursuz bir şekilde çalışmaktadır. Âlimlerin uzun yaşadıklarını ve aynı zamanda da son demlerine kadar kafalarının zehir gibi işlediğini düşününüz. Onlar için ‘aklı diken çıkarıyor’ da deriz değil mi?
Bugünlük bizden bu kadar…
Muhabbetle efendim!